Olağan Devre 23. Pazar Günü  B Yılı

Litürji

Kutsal Kitab’ın Okunması

1.Okuma Yeş 35,4-7 Mezmur 145 2.Okuma Yakup 2,1-5 İncil Mk 7,31-37

Markos İsa’yı halen yolda göstermektedir. O, uzak yörelerde, pagan milletler arasında yürümektedir. Oralara öğrencileriyle yalnız kalabilmek için gitmişti: Onları sabırla ve dikkat dağınıklığı olmayan bir şekilde eğitecekti. Burada da sonuçlanmayan acılar var: Sadece O’nun eli bunları durdurabilirdi. Nitekim burada O’na bir sağır ve dilsizin başının üzerine kendi ilahi ve yaratıcı elini uzatması istenmekte. Bu, anlamlı bir karşılaşma için fırsattır, aynısını biz de her vaftiz töreninde yeniden yaşamaktayız. 

Her şeyden önce İsa’nın kendini reklam etmemeye çalıştığını görüyoruz: Merak uyandırmamak için acı çeken adamla kenara çekiliyor. O; diğer insanlarla normal bir şekilde ilişki kuramayan, özellikle de Allah’ın Söz’ünü ne dinleyebilen ne de evlatlarına ve başkalarına onu iletebilen bu zavallı ile nazikçe ve sevgiyle ilgileniyor. Bu yetenek o kadar önemli bir armağandır ki, onsuz insan tam olamamakta. İsa parmaklarını kullanarak, Baba’nın insanı yaratırken başlattığı eseri tamamlamaktadır. 

İsa’nın parmakları sağırın kulaklarına dokunuyor; bunlar her şeyden önce sadece sevgiyi ileten İsa’nın sözünü duymak için açılmaktadırlar. Sonra tükürükle nemlendirilmiş aynı parmaklar, o ana kadar dilsiz olan diline ulaşıyorlar ve etraftaki sessizlikte “Effata, açıl” diye seslenen söz yankılanmaktadır. “Açıl!” Gerçekten de şaşırtan bir sözdür! 

Bu eylemler, söylediğim gibi, her vaftizde tekrar ediliyor. Ne zaman ki Peder, Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz ediliyoruz o anda kulaklarımız İsa’nın güven veren ve canlandıran Sözünü duymaya açılır, dilimiz ise O’nun Sözünü, Ruh’un verdiği gerçeklikle, tekrar edebilmemiz için çözülür. Bütün bunlar gerçekleşmedikçe insan tam değildir! Vaftiz eden rahip, Rab’bin o ilahi eylemlerini tekrarlamaktadır.

Bu işaret, İsa tarafından dokunulmak için her yaklaştığımızda bize ulaşır: İsa bizlere Kilise’nin Kutsal Gizemleriyle dokunur; bunlar bizlerden her birine olan İsa’nın sevgisinden kurulan somut işaretlerdirler.

Daha önce Yeşaya peygamberin bildirdiği gibi İsa’nın parmağının dokunması bir cesaret ve güven iğnesidir. Bu peygamber, Allah’ımız olan Rab’bimiz İsa’nın, kurtarıcı olarak geleceğini müjdelemektedir: Allah’ın kurtaran varlığının işaretleri tam da körlerin gözlerinin ve sağırların kulaklarının açılması, topalın yürümesi, dilsizin sevinç haykırmasıdır.

Bunu “yürekleri kaybolmuş olanlara” söylemeye devam etmemiz gerekecekti, böylece onlar da cesaret ve güven yeniden bulacaklardır. İmanlıların cesaretlerini ve güvenlerini kaybetmelerine izin yoktur. Her ne kadar haksızlıklar ve acılar görüyorsak, keder ve başarısızlık ile karşılaşıyorsak, şunu bilmekteyiz: “Rab’bin kolu kısalmadı” (Say 11,23). Bu güven insanlar arasında tercihler yapmamıza izin vermez. 

Bizim için hasta ve fakir, engelli ve cahil, diğerlerine yani zenginlere ve kültürlü olanlara eşittir. İkinci okumada Yakup bize Allah gibi bakmayı öğrenmemizi güçle ve basitlikle tavsiye eder: O, “dünyanın gözünde fakir olanları” O’na iman etmeleri ve herkese örnek olmaları için seçti. Biz de onları en saygıya değer ve dikkat edilecekler olarak saymayacak mıyız? Tersine sık sık bize acı çektiren ve gerçek zenginliğimiz olan imanımızla dalga geçenler, zenginlerdir. Biz de İsa gibi yapacağız, o ki kulaklarını sesine açmak için, ağzına Sözünü haykırtmak için tüm dikkatini sağır ve dilsize vermektedir!

Sorelle Fraternità Gesù Risorto – Konya
miriam@cinquepani.it

Olağan Devre 22. Pazar Günü B Yılı

Litürji

Kutsal Kitab’ın Okunması

1.Okuma Yasa 4,1-2.6-8 Mezmur 14 2.Okuma Yakup 1,17-18.21-27 İncil Mk 7,1-8.14-15.21-23

Musa halkı uyarıyor: Allah’ın verdiği kanunlara ne bir şey eklemeleri ne de eksiltmeleri gerekir. Kim Allah’ın emirlerini değiştirmek istese büyük bir gurur ve kibir günahı işlemiş olur. Bu, kendini Allah’tan daha iyi ve büyük görme anlamına gelecektir. On Emirle verilen kanunlar şahsi, ailevi ve sosyal yaşamımızı kapsarlar, tamdırlar ve başka herhangi bir milletinkilerinden daha iyidirler. Dünyanın tüm milletleri, bizden On Emir denilen bu bilgeliği, zekayı ve ileri görüşlülük kapasitesini kıskanırlar. Kim bu kanunlara uyuyorsa gerçek bir ilaha, insanları seven ve dünyadaki yürüyüşlerinde onlara eşlik eden bir Allah’a taptığını gösterir. 

Bizler Musa’nın, On Emirden kaynaklanan ve görülen hikmetine, yaptığı övgülere devam etmekten başka bir şey yapamayız. Bu bilgelik, On Emri yaşadığımızda hissettiğimiz huzur ve sevinçle parlar. Aynı zamanda onları yaşamayanların çektiği acıları ve insanın kişisel ve sosyal yaşamında kalan negatif sonuçları gördüğümüzde de belirir.

İsa, bugünkü İncil metninde de Emirlere uyma gereğinden bahsediyor. Emirler ikincil kanunlara yer vermemelidirler; zaten bu kanunlar neredeyse sadece iyi davranış ve temizlik kurallarıdır. Bunları yapmasan ciddi bir sorun yaşamazsın, ama On Emre itaatsizlik düzeltilmez bir zarar getirir. Yüreğimizde, insanların ilettiği geleneklere uyma kaygısı olmadan önce, kutsal Allah korkusu, yani O’nu üzmekten duyulan korku olmalıdır. Rab’den gelen Emirler yaşam verir, insanların ilettiği kurallardan daha önemlidirler! İnsan ve tüm yaşantısı, yediği kirli eller ile değil, Allah’ın Emirlerine itaatsizlik meyveleri olarak kendi yüreğinden çıkan kötü niyetleri ile harap olur. İsa bunlardan birkaçını sıralıyor: “Ahlaksızlık, hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat, kıskançlık, iftira, kibir ve akılsızlık”. Yüreğimize ve etrafımıza bakalım: Allah’a karşı insanın aldığı özgürlüğü ve onun O’na itaatsizliklerinin büyüklüğünü göreceğiz ve bundan korkacağız. Ve de bu sahte özgürlüklerin yarattıkları acıları ve zararları da göreceğiz. 

Aziz Yakup mektubunda bizleri Allah’ın Sözünü kabul etmeye çağırıyor, böylece hayatımız ile onu görülür ve güncel kılacağız. O Söz, bizi kurtaran bir Söz’dür, çünkü bizi Babamız Allah’a benzer kılan sevgiyi yaşamaya ve geliştirmeye yöneltir. 

Aziz Yakup, tıpkı Papa Francesko’nun her gün söylediği gibi, gerçek dinin, somut sevgi olduğunu söylüyor. Bu sevgi bizleri yardıma muhtaç olanlara, zayıf ve korumasız olanlara dikkatli kılar, duyularımıza hakim olmaya alıştırır. Bu saf ve cömert sevgiyi yaşamayı becermek için “dünyanın kötülüklerinden uzak kalmak” gerekir: Gerçekten de bu dünya bizi Baba’dan uzaklaştırır, İsa’nın adından ve O’nun ardından olanlardan nefret eder, Allah’ın Emirlerine itaatsizliği vaaz eder.

Bu dünya, kötülüğü yapmaya ve onu haklı kılmaya yöneltilmektedir, hatta onu kanun olarak teklif edip parayla destekler: Bu dünya gerçekten, insana düşman olan, acı ve ölüm getiren şeytana boyun eğen bir dünyadır. 

Biz bu dünyada yön gösteren, güvenli bir yürüyüş için ışık veren yıldızlar olacağız; bu dünyada değişik, yeni bir yaşamın işareti olacağız; Allah’ın bir armağanı, gerçeğin ışığını, affın ve içsel birliğin tesellisini veren armağan olacağız. 

Bu dünyanın yaşamak ve ümit etmek için Allah’ın hikmetli Emirlerine uyan yaşamımızdan başka kaynağı yoktur! Bu dünya bizden nefret eder, ama onun bize ihtiyacı var ve o, Allah’ımızın ve Baba’mızın bilge Sözlerine itaat ettiğimizde sayemizde yaşamaktadır.

Sorelle Fraternità Gesù Risorto – Konya
miriam@cinquepani.it

Olağan Devre – 21. Pazar Günü – B Yılı

1.Okuma Yeşu 24,1-2.15-17.18 Mezmur 33 2.Okuma Ef 5,21-32 İncil Yh 6,60-69

Litürji

Kutsal Kitab’ın Okunması

Bugün anlatılan, Yeşu’nun İsrail kabilelerine karşı gerçekleştirdiği olay, güzel ve incedir. Yeşu herkesin özgürce konuşmasını ve kendi yolunu seçmesini istiyor: Ya çölü geçmelerine yardım eden Rab’be hizmet edecekler ya da başka milletlerin putlarına tapacaklar. 

Musa’ya konuşan Rab’be hizmet etmek; emirlerine, yani bilge On Emir’e uymak demektir. Bu on emre uymak, şahsi arzulara yer bırakmaz, duygularla fikir değiştirmez. 

Başka milletlerin putlarına tapmak, çok daha kolaydır: Birkaç tören yapmak, birkaç tabuya dikkat etmek yeterlidir, kendi yüreğini katmana gerek yoktur. Halkların putları azla yetinir, insan bedeninin ve yüreğinin tüm arzularını ve içgüdülerini tamamen tatmin ederler. Rab’be hizmet edenin yaşamı ise sabit ve sadık, düzenli olur, herkesin güvenini hak eder. 

Putlara tapanların yaşamı ise güvenilmezdir, çünkü putlar her anlık zevkini tatmin etmene izin verirler. 

Yeşu açıkça, korkusuzca, utanmadan, sevinçle ve sevgiyle seçtiğini açıklar. Kendi seçimi diğerlerinin de kararlılıkla seçmelerine yardımcı olur. O halde herkes, kendilerini özel bir şekilde sevdiğini, seçtiğini göstermiş olan Allah’a hizmet etmeye karar verirler. Allah’ın milletlerinin tarihine bakarak, göstermiş olduğu sevgiyi görerek hürce ve tereddütsüz, onlar da seçimlerini yapabildiler.

Bu olay İncil metnini anlamamıza yardımcı olur: Birçok öğrenci İsa’yı terk etmeyi düşünür, O’nun beş bin kişi için çoğalttığı ekmeyi yemiş olmalarına ve birçok mucizesini görmüş olmalarına rağmen. Onlar “yaşam veren Ruh’tan” kendi bakış açılarını ve içgüdüsel arzularını takip etmek için vazgeçiyorlar. 

İsa, aynen Yeşu gibi, Onikilere bir seçim yapmalarını öneriyor. O, onları teker teker seçmişti şimdi de kendilerinin hür cevaplarını bekliyor. O, yanında kuklalar istemiyor, ne zorla kalan insanlar istiyor, ne de mucizelerle heyecanlanan kalabalıklar. O, yanında sadece, kendi şahsi faydalarını aramadan şartsızca O’nu seven kişiler istiyor; O’nun yolunun, haç yolu olmasına rağmen, Baba’ya götüren yol olduğunu bildikleri için O’nu izleyen kişiler istiyor. 

İsa, yolunu değiştirmemeye kararlı, gerekiyorsa öğrencisiz, yalnız da kalmaya hazırdır. “Siz de mi gitmek istiyorsunuz?”. Biz de Petrus’un cevabını verebilecek miyiz? İsa’ya yanında kalarak gerekiyorsa acı çekmeye de hazır olduğumuzu söyleyebilecek miyiz? Etrafındaki herkes O’nu terk ederken biz yanında kalmayı seçebilecek miyiz? Onsuz kalmaktansa yalnız kalmayı tercih etmeyi bilecek miyiz? Bu sorulara somut bir şekilde davranışlarımızla cevap vermek için çok fırsatımız var. Aziz Pavlus yaşamın özel bir yönünü bize düşündürtüyor: Evlilik yaşamı.

Hristiyan eşler, birlikteliklerini Allah’ın gizeminin işareti olarak yaşarlar. Onlar birbirlerine sadakat, Kutsal Ruh’tan aldıkları o sadakat sözünü verirler. Yaşamak istedikleri sadakati kendilerini başkalarına arzu dahil hiçbir şekilde vermeyerek göstermelidirler. Ancak ve ancak ölüm karşılıklı sevgide sebatlı ve sadık olma görevlerini kaldıracak. Onların sadık sevgilerinin işareti oldukları gizem, İsa’nın Kilise’ye olan sevgisidir: Bu; hiçbir zaman eksilmeyecek bir sevgidir, Kilise’nin evlatları günahkar ve sadakatsiz olsalar da. 

O halde madem ki İsa Kilise’sini ölecek kadar sevdi, kocalar da, acı çekmelerini gerektirirse de, eşlerini sadakatle sonuna kadar severler. Ve de madem ki Kilise de İsa’ya itaatkardır, eşler de kocalarına boyun eğerek sevgilerini yaşarlar. Her ikisinin sevgisi ilahi bir gizemdir. Sadece Rab’bini kendilerinden çok seven kişiler bu sevgiyi seçer. 

Hristiyanlar arasında bu yaşamı yaşayabilmek ve buna sadık kalabilmek için gereken olgun imanı olan az kişi vardır. Bunu yapanlara da teşekkür edelim, genç olsalar da onlara minnettar olalım! Ve bütün ailelere için duamız daha derin olsun: Rab bizi dinleyecektir, tıpkı evlatlarını daima dinleyeceğine söz verdiği gibi!

Sorelle Fraternità Gesù Risorto – Konya
miriam@cinquepani.it

Olağan Devre – 20. Pazar Günü – B Yılı

Litürji

Kutsal Kitab’ın Okunması

1.Okuma Özd 9,1-6 Mezmur 33 2.Okuma Ef. 5,15-20 İncil Yh 6,51-58

Yahudiler kendi aralarında katı bir şekilde tartışıyorlardı. Onlar İsa’nın konuşmasını anlamakta yetenekli değildi. Sadece maddi şeylere alışmış olduklarından, ilk önce hayatımızın ruhani yönlerine dikkatli olan İsa’yı anlayamazdılar. Biz de, Kutsal Ruh bizleri aydınlatmasa O’nu anlayamazdık. Gökten inen ekmeği yemek, İnsan Oğlu’nun bedenini yemek, kanını içmek, gerçekten insanın kulaklarına bugün bile zor gelen sözlerdir. 

Bir kişinin bedenini ve kanını yiyip içmek bizi düşündüren sözlerdir. İçimizde sadece maddi besin için kaygı değil, daha derin bir bilgelik uyandırması gereken sözlerdir. Bir insanın bedenini ve kanını yemek ve içmek, bu kişinin aynı hayatını yaşamak, onunki gibi aynı düşünme, konuşma, yapma, iman etme, ümit etme şeklini ile beslenmek anlamına gelebilirdi. 

Mutlaka İsa’nın kafasında olan Özdeyişler Kitabı ekmek ve şaraptan, Hikmet tarafından donatılmış sofradan konuşuyor. Bunlar, tecrübesizliğimizi aşarak Rab’bin öğretilerini ciddiye almamız için yardımcı olan imajlardır. “Tecrübesizliği bırakın yaşayacaksınız”: Tecrübesizlik nasıl terk edilebilir? Tek yol bilge olanı dinlemek ve ona itaat etmektir. İnsanı Allah’a ve yaşam tamlığına yöneltebilecek tek uzman, sadece onu “inşa eden”, yani bizi yaratan Allah ve Baba’dır! Bu sebepten O’nun Kendisi şöyle diyor: “Gelin, sizin için hazırladığım ekmeği yiyin ve şarabı için”. 

Allah’ın hazırladığı ekmek ve şarap ne olabilir? Bugün İsa bize yanıt veriyor. O, besinin ve içeceğin insan için gerekli olduğunu bilmektedir, ancak bunların ona mutluluk vermek için yeterli olmadıklarını da bilmektedir. İnsanın yüreğine sevinç ve huzurun gelmesi için birlik ve kardeşlik ruhunda yaşamak gerekir. Bu ruh tek başına gelmez. Sevinç ve tamlık kaynağı olan kardeşlik ve birlik ruhu, ruhani enerjiyi ileten yeni bir ekmekle beslenir. 

İçimize ve aramıza kabul ettiğimiz İsa, aramızdaki birliği ve kardeşliği desteklemek için gereken af, alçakgönüllülük, hizmet gücünü ve kapasitesini oluşturmaktadır. İsa bize son derecede gerekli olan besin ve içecektir. O’nu dinlemek yeterli mi? O’na dua etmek ve O’nu çağırmak yeterli mi? O, bedeni ve kanıyla beslenmemiz gerektiğini söylemektedir. O’nu nasıl yiyip içebiliriz? 

İsa’nın Kendisi kutsal bir gizemi, ekmek ve şarabı düşünüp kurdu. Havarileri aracılığıyla elleri bize sunduğu ekmek ve şarabı yiyip içerek değişikliğe uğruyoruz: Yaşamımız O’nun yaşamının devamı olmakta! Böylece aynı besin ve içecekle beslenen kardeşlerimizle de tek bir şey olduğumuzu hissediyoruz. Onların ve bizim yaşamımız; İsa’nın yaşamını, Baba’ya itaatini, mükemmel sevgisini, O’nun Kendisini sunmasını göstermektedir. O’nunla beslenen kardeşlerimizle tek bir yürek ve tek bir ruh oluruz, bu sayede de birliğimiz ve sevincimiz artar.

Aziz Pavlus bu derin düşünceye devam ediyor; besinin ve içeceğin zevkine dikkatimizi bırakmamaya çağırır: “Şarapla sarhoş olmayınız, Ruh ile dolu olunuz”.

Ruh ile nasıl dolu olabiliriz? Aziz Pavlus bize şu öğütleri veriyor: Zamanınızı “Rab’bi yücelterek ve överek geçirin” ve “her an her şey için Rab’bimiz Mesih İsa’nın adına Peder Allah’a şükredin”. Allah’ın hoşuna giden ve tam olan şükran duası; Ekmeği bölmek, yani Efkaristiya’dır.

İşte her gün Babamız’dan dilediğimiz ve hiçbir zaman reddetmeyi istemediğimiz günlük ekmek budur. Baba, onu bize Pazar günleri verir, ama istersek her gün de alabiliriz. Kilise’nin tüm üyeleri onunla beslenirler ve sayesinde bir sevgi hayatında, sevgi olmuş, bunun için ilahi bir hayatta kendilerini vermeye hazır olmaktadırlar.

Sorelle Fraternità Gesù Risorto – Konya
miriam@cinquepani.it

15 Ağustos 2024 – Meryem’in Göğe Alınması Bayramı 

Litürji

Kutsal Kitab’ın Okunması

1.Okuma Esin 11,19;12,1-6.10; Mezmur 44 2.Okuma 1Kor 15,20-26 İncil Lk 1,39-56

Mezmur bize şu ilahiyi söyletir: “Kraliçe Ofir altınıyla senin sağındadır”. İbranilerde kralın annesine kraliçe unvanı verilerek onurlandırılırdı. Allah’ın hükümdarlığının kralı İsa’dır. Annesi, bakire Meryem, bugün O’nun yanına alınmaktadır. O burada, annelik misyonunu sürdürmektedir, Oğlu’nun gizemine dahil olanları sevmeye devam etmektedir. Meryem gençliğinden beri Allah’tan anne olma görevini almıştır. Tek Oğluna karşı bu görevi sona erdiğinde, öğrencilere annelik yapmıştır. Yeryüzü yaşamı sona erdiğinde de Allah’ın sevgisini tüm insanlara iletme görevini sürdürmektedir. Onun adına ithaf edilmiş yerlerde sadece Hristiyanlar değil, Müslümanlar, Hindular ve diğer din mensupları da güven ve sevinçle toplanmaktadır. Bir Müslüman kadının Meryem hakkında şu sözleri söylediğini duydum: “Tüm annelerin en güzelisin!”. Çok kişi onun “ruhu ve bedeni” ile Allah’ın şanına alındığını bilmez, ama herkes, onun canlı ve Allah’ın yanında olduğuna inanır.

Bizler, Oğlu’nun ebediyetten söylediği gibi, Meryem’in de “Evet”’ ini söyleyerek, Baba’nın arzusuna tam olarak katıldığını bilmekteyiz. Sonra Oğul’un beden almasına vasıta oldu, O’nun için beslenerek ve O’nu kendi kanı ile yaşatarak, O’nunla aynı yaşamı paylaştı. Sonra da her fiziksel ve duygusal ihtiyacını O’na anne sevgisiyle verdi. İmkanlarına göre Kana’dan başlayarak, Kefernahum’da, Celile yollarında, Kudüs’e kadar, Golgota’da dahil, misyonunu paylaştı. Şimdi Oğlu ile bu özel ilişkinin ve yakınlığın sona ermediğini, tersine bizim faydamız için devam ettiğini görmekten mutluyuz.

Meryem’in kendisini imanı sayesinde tüm kadınlar arasında en kutsal diye çağıran Elizabet’in selamına cevap vermesini hatırlamamız hem faydalı hem de çok zevkli. Dua şeklinde olan cevabında Meryem kendi erdemlerini durup düşünmedi. Hem kendisinin hem de kuzeninin bakışlarını Allah’a ve büyüklüğüne çevirdi.

Allah küçüklüğümüzü görecek ve buna eğilecek kadar büyük: ”O, alçakgönüllü kuluna sevgiyle baktı”. Meryem, doğruların mutluluğuna ulaştıysa bu sadece Allah’ın marifetidir. Çünkü Meryem’de “büyük şeyler yapan”, O’dur. Allah’ın onda yaptığı, yüzyıllar boyunca nesillere sevinç vermektedir. Ancak dünyanın büyükleri diye çağrılanlar bunu hayal bile edemiyorlar ve elbette paylaşamıyorlar. Bu övgü ilahisi aracılığıyla Meryem dünyanın alkışladığı büyüklüklerden bakışlarımızı çevirmemize yardım etmek istiyor, çünkü bunlar yalanlarından ötürü sadece acı çektirir.

Gerçekten de çok hırslı olanlar devriliyor, zengin olanlar elleri boş kalacaktır ve kendini büyük zanneden, insanlar tarafından unutulacaktır. Allah’ın kendi planları vardır ve insanlar, bizler de, bunları takip etmeliyiz. Meryem, iman ederek, bunları gerçekleştirmek için kendini sundu. O, görmeden iman etti ve böylece Allah onu, en harika eseri için, yani insanlar arasında ebedi Oğluna beden vermek için, “kullanabildi”.

Meryem gerçekten de gökte beliren görkemli bir belirtidir. Esinleme Kitabı bu belirtiyi şöyle tanımlamaktadır: “Güneşle kuşanmış bir kadın göründü. Ayakları altında ay ve başında on iki yıldızdan oluşmuş bir taç vardı. Hamileydi ve doğum sancılarıyla kıvranıyordu”. Bu metinle Meryem’i düşünmek şart değildir, hatta onun yerine Kilise’yi düşünmek daha kolaydır. Kilise vaftiz kıyafeti ile Allah’ın Oğlunun mevcudiyetini tüm milletlerde doğurmaya devam etmektedir ve bu sebepten O’nun gibi zulüm görmekte ve inkar edilmektedir. Ama Kilise’yi temsil edebilecek kişi Meryem’den başka kim olabilir ki? O’ndan çok kim Oğul’u dinledi, ondan fazla kim Baba’nın Söz’ünü kendi yaşamına kabul etti? Kilise hakkında söylediğimiz her şeyi tam olarak Meryem için de söyleyebiliriz: Meryem Kilise’nin ilk üyesidir ve onun imajıdır. O, Allah’ın insanlara olan büyük sevgisinin “görkemli belirtisidir”. 

Kilise “güneşle kuşanmıştır”: Peder, Oğul ve Kutsal Ruh’un adına büründüğünden beri kıyafeti parlaktır ve Allah’ın belirtisidir. Ancak Kilise’de sadece Meryem itaatkar sevginin parlaklığını muhafaza etti. O Kadın, Kilise’de olan Meryem’dir!

Değişikliklere uğrayan ay ayakları altındadırKadın; geçici olayların, güçlüler, zenginler, kibirlerin (Lk 1,51-53) kendi faydalarına çevireceklerini aldandıkları o olayların etkisinde değildir. Meryem o kişileri uyarılarla uyarıyor, aynı zamanda da onlara tesellileri ile eşlik etmektedir. O Kadın Meryem’dir; aynen Kilise’nin, Rab’bin sevgisini tüm milletlere ulaştırdığı gibi, o da herkesi sever.

Başında on iki yıldızdan oluşmuş taç”: Bu on iki yıldız Meryem’in otoritesini göstermektedir. Kral tarafından sevilen gerçek kraliçe Meryem, Oğluna daima itaat etmemizi, O’nun söylediklerini daima yapmamızı teklif eder. O Oğlu şimdi dünyaya Söz’ünün hizmetkarı ve Ruh’unun mirasçısı olarak kurulan Kilise aracılığıyla konuşur.

Meryem; Kilise’ye dünyanın kurtarıcısı olan Çocuğu doğurmayı öğretmek için, Kilise’nin merkezinde olmaya devam eder (Esin. 12,2.5). O, sevdiğimiz, Rab’bimizi, Kralımızı sevmeyi öğrendiğimiz kraliçedir!

Sorelle Fraternità Gesù Risorto – Konya
miriam@cinquepani.it

Olağan Devre 19. Pazar Günü- B Yılı

Litürji

Kutsal Kitab’ın Okunması

1.Okuma 1Kr 19,4-8 Mezmur 33 2.Okuma Ef 4,30 – 5,2 İncil Yh 6,41-51

Bugünkü okumalarda ekmekten bahsediliyor. İlyas, onu mutlaka öldürmek isteyen kraliçe İzebel tarafından arandığı için kaçmaktadır. O, tüm halk önünde gerçek Allah’a imanı korudu. Halk kraliçenin putlarının, peygamberlerinin yalanının farkına varabildi. Ama bu ne işine yaradı? Şimdi o uzağa kaçmalıdır. O, artık iman eden tek kişi olarak kaldığını bilmektedir, bu sebepten halk için hayatının artık faydasız olduğunu düşünüyor. Hatta Allah’tan onu almasını açıkça istemekte. Bu neredeyse ümitsiz duadan sonra, çöldeki bir süpürge otunun altında uyuyakalıyor. 

Allah’ın cevabı ne olacaktır? Allah ona ekmek ve su bulundurtarak, cevap veriyor. Ve Rab’bin bir meleği onu yemeye ve içmeye davet etmek için onu uyandırıyor. İlyas itaat ediyor, fakat tekrar uykuya dalıyor. Melek kararlı davetini tekrar etmelidir: Umutsuzluk imanlılarda yer bulamaz.

O gıdanın verdiği güçle kırk gün ve kırk gece Allah’ın Dağı Horev’e kadar yürüdü”: İlyas yeniden yola koyuldu, yeni bir güç buldu, yaşamının amacını tekrar keşfetti: Ne olursa olsun Allah’ının emrine amade olmak.

Şimdi, yalnızlık, denenme, dua ve derin derin düşünme zamanından sonra, bilinmez planları için O’nu mutlaka kullanmak isteyen Rab’bini dinlemeye hazır. 

Yüzyıllar içerisinde Kilise’nin bulunduğu durum, büyük kişiler tarafından zulmedilen ve herkesten uzak tutulan İlyas’ın durumuna benzetilebilirdi. Günümüzde de dünyanın bazı yerlerinde ve toplumun bazı alanlarında Kilise neredeyse kendini görevinin sonunda görebilir. Büyükler uzaklaşıyor, gençler yaklaşmıyor, kimse ışık ve yaşam verebilecek bilgelik dolu öğretileri dinlemiyor. Huzur içinde ölmekten, iman ve Kilise’nin yürüyüşünü sessizlik içerisinde sona erdirmekten başka bir çarenin kalmamasının düşünme denenmesi güçlü olmaktadır. Ama Allah buna razı mı? O’nun beklenmedik çıkışları var, bunları da kendi gücümüze güvenemeyeceğimiz zamanlarda sunar. Aynen İlyas ümitsizliğe kapıldığında ona yolladığı ekmek gibi. 

Gökten gelen canlı ekmekten bahseden İsa’yı dinleyen İbraniler O’nu ciddiye almakta yetenekli değillerdi. Onlar da ümitsizdi ve Allah’ın dünyanın durumunu değiştirebileceğini düşünmüyorlardı. Onların diğerleri gibi bir insan sandıkları İsa’nın, gerçekten hayat veren, kuvveti yenileyen, Allah’ın tamlığından zevk almaya kadar yürümeyi sağlayan ekmek olduğunu anlamamışlardı. O; insanlardan değil, göklerden gelen bir ekmektir: O, bir armağandır, bedelsizdir, beklenmedik olandır, o halde onunla beslenenlerin kazandıkları sonuçlar da beklentilerin çok üzerindedir. Meleğin düşman dünyada yürüyen Kilise’ye sunduğu ekmek, İsa’dır; sadece ölümü düşündüren kuraklıkta olan Kilise’yi destekleyen su, O’dur. 

Kilise bu ekmekle beslenmeye devam etmektedir, bu sebepten morali bozulamaz, ona ümitsizliğe kapılmaya izin verilmez. Yürüyüşü devam etmelidir, bir devre için anlayışsızlık ve terk edilme çölünü aşması gerekse de. Öyle bir an gelecektir ki ona tekrar güç verilecek ve o verimli, dünyaya yaşam vermeye kabiliyetli olacaktır!

O halde Aziz Pavlus’un önerisini sevinçle kabul edelim: “Öyleyse, sevgili çocuklar gibi, Allah’tan örnek alın. Siz de aynı şekilde sevgi yolunda yürüyün”. Dünyanın hoşuna gitmek ve bu düşman tarafından kabul edilmek için çalışmayalım: Yoksa kendi ellerimizle yıkılacağız. Tersine bakışlarımızı hayat ekmeği olan İsa’dan ayırmayarak gözümüzün önünde Allah’ın yapma şeklini tutalım. O zaman güç alacağız ve O’na benzeyeceğiz, dünya için bir yenilik olacağız, merakla bakılacak bir yenilik değil, ailelerin ve toplumun tüm ilişkilerini yenileyen bir yenilik olacaktır. 

Allah’ın ekmeği, yani İsa ile besleneceğiz ve her gün yeni olacağız!

Sorelle Fraternità Gesù Risorto – Konya
miriam@cinquepani.it