Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu -|- Թուրքիոյ Կաթողիկէ Եպիսկոպոսներու Համաժողով -|- Conférence Episcopale de Turquie -|- Conference of Catholic Bishops in Turkey -|- Conferenza Episcopale Turchia -|- مؤتمر الأساقفة الكاثوليك في تركيا
Gölün karşı yakasına, Gerasalılar’ın memleketine vardılar. İsa tekneden iner inmez, kötü ruha tutulmuş bir adam mezarlık mağaralardan çıkıp O’nu karşıladı. Mezarların içinde yaşayan bu adamı artık kimse zincirle bile bağlı tutamıyordu. Birçok kez zincir ve kösteklerle bağlandığı halde, zincirleri koparmış, köstekleri parçalamıştı. Hiç kimse onunla başa çıkamıyordu.
Gece gündüz mezarlarda, dağlarda bağırıp duruyor, kendini taşlarla yaralıyordu. Uzaktan İsa’yı görünce koşup geldi, O’nun önünde yere kapandı. Yüksek sesle haykırarak, “Ey İsa, yüce Tanrı’nın Oğlu, benden ne istiyorsun? Tanrı hakkı için sana yalvarırım, bana işkence etme!” dedi. Çünkü İsa, “Ey kötü ruh, adamın içinden çık!” demişti.
Sonra İsa adama, “Adın ne?” diye sordu.
“Adım Tümen. Çünkü sayımız çok” dedi. Ruhları o bölgeden çıkarmaması için İsa’ya yalvarıp yakardı. Orada, dağın yamacında otlayan büyük bir domuz sürüsü vardı. Kötü ruhlar İsa’ya, “Bizi şu domuzlara gönder, onlara girelim” diye yalvardılar.
İsa’nın izin vermesi üzerine kötü ruhlar adamdan çıkıp domuzların içine girdiler. Yaklaşık iki bin domuzdan oluşan sürü, dik yamaçtan aşağı koşuşarak göle atlayıp boğuldu.
Domuzları güdenler kaçıp kentte ve köylerde olayın haberini yaydılar. Halk olup biteni görmeye çıktı. İsa’nın yanına geldiklerinde, önceleri bir tümen cine tutulan adamı giyinmiş, aklı başına gelmiş, oturmuş görünce korktular. Olayı görenler, cinli adama olanları ve domuzların başına gelenleri halka anlattılar. Bunun üzerine halk, bölgelerinden ayrılması için İsa’ya yalvarmaya başladı.
İsa tekneye binerken, önceleri cinli olan adam O’na, “Seninle geleyim” diye yalvardı.
Ama İsa adama izin vermedi. Ona, “Evine, yakınlarının yanına dön” dedi. “Rab’bin senin için neler yaptığını, sana nasıl merhamet ettiğini onlara anlat.”
Adam da gitti, İsa’nın kendisi için neler yaptığını Dekapolis’te duyurmaya başladı. Anlattıklarına herkes şaşıp kalıyordu.
İsa, “Dinlediğiniz bu Yazı bugün yerine gelmiştir” diye konuşmaya başladı. Herkes İsa’yı övüyor, ağzından çıkan lütufkâr sözlere hayran kalıyordu.
“Yusuf’un oğlu değil mi bu?” diyorlardı.
İsa onlara şöyle dedi: “Kuşkusuz bana şu deyimi hatırlatacaksınız: ‘Ey hekim, önce kendini iyileştir! Kefarnahum’da yaptıklarını duyduk. Aynısını burada, kendi memleketinde de yap.'”
“Size doğrusunu söyleyeyim” diye devam etti İsa, “Hiçbir peygamber kendi memleketinde kabul görmez. Yine size gerçeği söyleyeyim, gökyüzünün üç yıl altı ay kapalı kaldığı,
bütün ülkede korkunç bir kıtlığın baş gösterdiği İlyas zamanında İsrail’de çok
sayıda dul kadın vardı. İlyas bunlardan hiçbirine gönderilmedi; yalnız Sayda bölgesinin Sarefat
Kenti’nde bulunan dul bir kadına gönderildi. Peygamber Elişa’nın zamanında İsrail’de çok sayıda cüzamlı vardı. Bunlardan hiçbiri iyileştirilmedi; yalnız Suriyeli Naaman iyileştirildi.”
Havradakiler bu sözleri duyunca öfkeden kudurdular. Ayağa kalkıp İsa’yı kentin dışına kovdular. O’nu uçurumdan aşağı atmak için kentin kurulduğu tepenin yamacına götürdüler. Ama İsa onların arasından geçerek oradan uzaklaştı.
Bugün aziz Pavlus’un sözleri mutlaka ilgimizi çekmektedir. O; Baba ile karşılaşmaya doğru bize rehberlik eden İsa’yı izlemek için bize en güzel yolu göstermek istiyor. Bu yol, sevgi yoludur, ama konuştuğu sevgi, özel bir sevgidir. Bu sevgiden tüm insanlar faydalanmaktadırlar, ama Allah’tan gelir ve O’na doğru dönük kalır.
Sevgi kelimesi, etimolojik olarak da aldığımız ve almaya devam ettiğimiz bir sevgi demektir: İçimizde doğuştan var olan bir erdem değildir, bizim çabalarımız sonucunda elde ettiğimiz veya hak ettiğimiz bir meyve değildir. Sevgi karşısında yeryüzünün tüm güzel ve arzulanır şeyleri önemlerini kaybederler. Ülkelerin dillerini bilmek, geleceği tahmin etmek veya bilmek, ilahi güçten mucizeler elde eden iman, başkaları için kendini ateşe atma gücü: Bunların hepsi geçici şeylerdir ve değerleri de geçicidir, hiç biri sevgi ile yarışamaz. Allah’tan gelen sevgi zaman mevhumunu da geçer: Ebediyen kalır, zayıf olduğumuzda veya yaşamımızın basit veya tamamıyla normal zamanlarında da üzerimizde parlar.
Sevgi, bizi sabırlı ve hoşgörülü, uysal ve küçük şeylere dikkatli, kardeşlerimizin acılarına veya sevinçlerine duyarlı kılar, herkesin, iyi olsun kötü olsun, Baba gibi iyiliğini aramamızı sağlar. Sevgi imandan dayanma gücü alır ve ümitten mükâfatlandırılır. Aynı zamanda imanımızı ve son ödül olan ümidimizi görünür kılar. Sevgi; içimizde insanların arzularını duymaktan değil, Allah’ın kalp atışlarını dinlemekten doğar. O halde, sevgi, Allah’a daima bir “evet” der ve insanların isteklerine bazen “hayır” da demeyi bilir. Bu sevgi sayesinde Allah’ı tüm yüreğimizle, herkesi de kendimiz kadar severiz: Kendimizi bazı şeyleri inkâr etmeye kabiliyetli kılar! Başkalarını gerçekten sevmek için onların arzuladıkları şeylerin, emirlerinde açıkça gösterilen Allah’ın isteğine karşı olmamalarına dikkat edeceğiz. Başkalarına olan gerçek sevgi, Allah’a itaatsizlik etmemi isteyemez!
İsa da tanındığı ve sevildiği köy olan Nasıra’da bir seçim yapmak durumunda kaldı. Orada iken O’ndan mucizeler istendi, ama bunların Kendisi’nin Allah’ın Oğlu ve Mesih olduğunu göstermeleri için değil, sadece birçok kişinin yaşamını kolaylaştırmaları için. Baba’nın O’ndan beklediği bu değildi. Baba O’nu, hükümranlığını müjdelemesi, O’nu sevmemiz ve egoizmin yollarını terk etmemiz için yollamıştı. Gerçek sevgi ve gerçek yaşam yoluna bizi yöneltmek için İsa’nın Kendisi’nin haç yolunu kat etmesi gerekiyordu! O halde İsa’dan her ne pahasına olursa olsun haçı bizden uzak tutmasını isteyemeyiz! Sonra İsa, sadece halkı için değil, herkes için geldi: İlyas İsrail’in sınırlarından çıktı, Elişa bir yabancıyı iyileştirdi, bunun için İsa da, peygamberler gibi, tüm dünyaya, hatta başka dinlere inananlara bile, yüreğini açık tutmalıdır, çünkü O’nun yaşamı baba sevgisini herkese gösteren Allah’ın armağanıdır. Nasıra’da İsa’yı tanıyanların sevgisi kine dönüştü çünkü onların sevgisi, sahte bir sevgiydi, egoizme bürünmüş kıskançlıktı.
Allah’tan gelen sevgide böyle riskler yoktur. Biz İsa’yı, bizi acılardan kurtaran kişi gibi değil, acılarımızı kendisininkilerle birleştiren ve bu yolla da bizde acıları doğurtan günahtan kurtaran olarak tanımak isteriz. İsa’nın sevgi ile taşıdığı acılar, bizi her durumu değerlendireceğimiz bir yola koyar. İsa’dan sadece teselli değil, Kireneli Simon gibi haçını taşımaya yardımcı olmamızı istediğini de kabul edeceğiz. Bu sayede bütün dünya, yani dünyadaki tüm insanlar İsa’yı görerek ve severek kurtulacaklardır.
Yeremya peygamber; kendi hayatı ile İsa’nın sevgisinin, Kendisinden ve insanların iddialarından özgür bir sevginin peygamberliğidir. Bu peygambere Allah şöyle konuştu: “Sana savaş açacaklar, ama seni yenemeyecekler. Çünkü seni kurtarmak için ben seninleyim.” İsa, Nasıra’da bu peygamberliği yaşadı ve bugün uzak ve yakın çeşitli yerlerde birçok Hristiyanlar da aynısını yaşamaktadırlar. Seven kişi, bazen insanlar tarafından sevilmez: Tıpkı İsa’nın olduğu gibi. Fakat seven Hristiyanlar, kendilerine karşı gelinince de, korkunun kendilerini yenmesine izin vermeyecekler, çünkü onların yanında Rab’bin varlığı bir teminat olarak durmaktadır. Rab, bütün düşmanları korkutandır. Dolayısığıyla büyük bir sevinç içinde Allah’ın sevgisini yaşayacağız!
O gün akşam olunca öğrencilerine, “Karşı yakaya geçelim” dedi.
Öğrenciler kalabalığı geride bırakarak İsa’yı, içinde bulunduğu tekneyle götürdüler. Yanında başka tekneler de vardı.
Bu sırada büyük bir fırtına koptu. Dalgalar tekneye öyle bindirdi ki, tekne neredeyse suyla dolmuştu. İsa, teknenin kıç tarafında bir yastığa yaslanmış uyuyordu. Öğrenciler O’nu uyandırıp, “Öğretmenimiz, öleceğiz! Hiç aldırmıyor musun?” dediler. İsa kalkıp rüzgârı azarladı, göle, “Sus, sakin ol!” dedi. Rüzgâr dindi, ortalık sütliman oldu. İsa öğrencilerine, “Neden korkuyorsunuz? Hâlâ imanınız yok mu?” dedi. Onlar ise büyük korku içinde birbirlerine, “Bu adam kim ki, rüzgâr da göl de O’nun sözünü dinliyor?” dediler.
Sonra İsa şöyle dedi: “Tanrı’nın Egemenliği, toprağa tohum saçan adama benzer.
Gece olur, uyur; gündüz olur, kalkar. Kendisi nasıl olduğunu bilmez ama tohum filizlenir, gelişir. Toprak kendiliğinden ürün verir. Önce filizi, sonra başağı, sonunda da başağı dolduran taneleri verir. Ürün olgunlaşınca, adam hemen orağı vurur. Çünkü biçim vakti gelmiştir.”
İsa sonra şöyle dedi: “Tanrı’nın Egemenliği’ni neye benzetelim, nasıl bir benzetmeyle anlatalım?
Tanrı’nın Egemenliği, hardal tanesine benzer. Hardal, yeryüzünde toprağa ekilen tohumların en küçüğü olmakla birlikte, ekildikten sonra gelişir, bütün bahçe bitkilerinin boyunu aşar. Öylesine dal budak salar ki, kuşlar gölgesinde barınabilir.”
İsa, Tanrı sözünü, buna benzer birçok benzetmeyle halkın anlayabildiği ölçüde anlatırdı. Benzetme kullanmadan onlara hiçbir şey anlatmazdı. Ama kendi öğrencileriyle yalnız kaldığında, onlara her şeyi açıklardı.
Onlara, “Kandili, tahıl ölçeğinin ya da yatağın altına koymak için mi getirirler?” dedi. “Kandilliğe koymak için değil mi? Gizli olan ne varsa, açığa çıkarılmak üzere gizlenmiştir; saklı olan ne varsa, aydınlığa çıkmak üzere saklanmıştır. İşitecek kulağı olan işitsin!”
İsa şöyle devam etti: “İşittiklerinize dikkat edin! Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız. Hatta size daha fazlası verilecek. Çünkü kimde varsa, ona daha çok verilecek. Ama kimde yoksa, elindeki de alınacak.”
Ayrıca aralarında hangisinin en üstün sayılacağı konusunda bir çekişme oldu. İsa onlara, “Ulusların kralları, kendi uluslarına egemen kesilirler. İleri gelenleri de kendilerine iyiliksever unvanını yakıştırırlar” dedi. “Ama siz böyle olmayacaksınız. Aranızda en büyük olan, en küçük gibi olsun; yöneten, hizmet eden gibi olsun. Hangisi daha büyük, sofrada oturan mı, hizmet eden mi? Sofrada oturan değil mi? Oysa ben aranızda hizmet eden biri gibi oldum.
Denendiğim zamanlar benimle birlikte dayanmış olanlar sizlersiniz. Babam bana nasıl bir egemenlik verdiyse, ben de size bir egemenlik veriyorum. Öyle ki, egemenliğimde benim soframda yiyip içesiniz ve tahtta oturarak İsrail’in on iki oymağını yargılayasınız.
İsa onlara şöyle buyurdu: “Dünyanın her yanına gidin, Müjde’yi bütün yaratılışa duyurun.
İman edip vaftiz olan kurtulacak, iman etmeyen ise hüküm giyecek. İman edenlerle birlikte görülecek belirtiler şunlardır: Benim adımla cinleri kovacaklar, yeni dillerle konuşacaklar, yılanları elleriyle tutacaklar. Öldürücü bir zehir içseler bile, zarar görmeyecekler. Ellerini hastaların üzerine koyacaklar ve hastalar iyileşecek.”
Yeruşalim’den gelen din bilginleri ise, “Baalzevul O’nun içine girmiş” ve “Cinleri, cinlerin önderinin gücüyle kovuyor” diyorlardı. Bunun üzerine İsa din bilginlerini yanına çağırıp onlara benzetmelerle seslendi. “Şeytan, Şeytan’ı nasıl kovabilir?” dedi. “Bir ülke kendi içinde bölünmüşse, ayakta kalamaz. Bir ev kendi içinde bölünmüşse, ayakta kalamaz. Şeytan da kendine karşı gelip kendi içinde bölünmüşse, artık ayakta kalamaz; sonu gelmiş demektir.
Hiç kimse güçlü adamın evine girip malını çalamaz. Ancak onu bağladıktan sonra evini soyabilir. Size doğrusunu söyleyeyim, insanların işlediği her günah, ettiği her küfür bağışlanacak, ama Kutsal Ruh’a küfreden asla bağışlanmayacak. Bunu yapan, asla silinmeyecek bir günah işlemiş olur.” İsa bu sözleri, “O’nda kötü ruh var” dedikleri için söyledi.